23 Mart 2009

Sanat Eserlerinin Yorumlanması Üzerine

Hem arkadaşlarımla yaptığım tartışmalar, hem de bu site üzerinde yayınladığım şiirlere aldığım yorumlar üzerine sanat eserlerinin yorumlanması ile ilgili bir noktada fikrimi paylaşmaya karar verdim.

İnsanoğlu olarak enteresan bir durumumuz var. Bir edebi metin, bir makale, bir şiir okuduğumuzda veya bir resim gördüğümüzde, eserin sahibini şahsen tanıyorsak yaptığımız yorumlarla, eserin sahibini şahsen tanımadığımız durumlarda yaptığımız yorumlar arasında ciddi seviyede fark oluyor.

Eğer eserin sahibini şahsen tanımıyorsak, ortadaki esere odaklanıyoruz, eserin bize ne hissettirdiği ile ilgileniyor, eser içinde kendimizden bir parça bulduğumuzda esere bağlanıyoruz. Eser bize sıradışı birşey kattıysa veya hissettirdiyse, bunu başaran eser sahibini izlemeye başlıyoruz. Diğer eserlerini deneyimliyor ve kendimizi bu eserlerle ne kadar bütünleştirebildiğimizi tartıyoruz. Bazen beklediğimiz ritmi bulamıyoruz, diğer eserlerle bütünleşemiyoruz; bu durumda beğenmiş olduğumuz eserin ismini hafızamıza kazıyıp, genelde eserin sahibini unutuyoruz; umursamıyoruz. Bazen de eser sahibinin diğer eserlerinin de ruhumuzun sözcüsü olduğunu görüyoruz. Bu durumda eserden çok eser sahibinin ismi aklımıza kazınıyor ve onun koyu bir taraftarı oluyoruz. Seyrettiğiniz filmleri düşünün, klasik müzik parçalarını, romanları, şarkıları. Hepsi için bu geçerli.

Diğer yandan eser sahbini şahsen tanıyorsak, odağımız ortadaki eser değil, eser sahibi oluyor. Eserin bize ne hissettirdiğinden, eser içinde kendimizden ne bulduğumuzdan çok, eser sahibinin nasıl düşünceler veya hisler içinde olduğunu eserden çıkarmaya çalışıyoruz. Eserle ilgilenmiyoruz, onun sahibi ile ilgileniyoruz. Bir yerde eser sahibinin şifrelerini çözerek ona ulaşmaya çalışır gibi bir oyun içine giriveriyoruz. Oysaki yanlış yapıyoruz; peki neden?

Öncelikle sanatçılar bir eseri ortaya çıkarırken hisleri kadar ve hatta daha fazla akıllarındaki kurguyu kullanırlar. Sanat eserlerinin bir kurgu olduğu çoğu zaman unutulur. Zira eserin başarısı kurgusunu içine ne kadar sindirebildiği ile doğru orantılıdır. Eseri deneyimlerken, kurgu hissettiğinizde eserden soğursunuz, eser doğallığını kaybeder. Sanatçıların ana yetenekleri birşeyler hissetmek değil, yaratıcılıklarıdır. Bir düşünceyi, bir duyguyu tema olarak belirleyip, eseri deneyimleyen insanlarda bazen düşünsel bazen duygusal değişim yaratabilmektir sanatçının amacı. Diğer yandan, sanatçı kurgusunu her zaman bilinçli bir şekilde kurmaz; doğal yeteneği çerçevesinde yaşamın içinde birşeyin onu tetiklediği ve onun üzerine çok kısa bir sürede çok etkileyici bir eser çıkardığı da olur; ancak bilinen ve beğenilen çoğu üst düzey eser için bu geçerli değildir. Ancak bu durum etkileyici olduğundan, tüm sanat eserlerinin böyle rasyonel olarak çok da tanımlanamayan bir süreç ile ortaya çıktığı düşüncesi popülerdir.

Sanatçılar eserlerini ortaya çıkarmadan önce eskizler yaparlar. Ressamlar istedikleri formu yakalamak için defalarca karakalem çizimler yapıp, kullanacakları renkler üzerinde çalışırlar. Roman yazarları, bir romanı yazarken yüzlerce ve hatta binlerce sayfayı çöpe atarlar. Büyük ses sanatçıları dinleyicilere vermek istedikleri hissi yaratabilmek için saatlerce çalışırlar. Nihayetinde tüm sanatçılar en büyük eserlerini ortaya çıkarmak için kurgu yaparlar. Özgün bir kurgu yapabilmenin tek yolu da yaratıcılıktan geçer.

Bir eserin ortaya çıkması bazen yıllar alır. Eser sahibi eseri bazen hissettiklerini anlatmak, bazen hissetmek istediklerini anlatmak, bazen de hissettirmek istediğini başarmak için ortaya çıkarır. Bu nedenle, bir eseri deneyimlediğinizde, eserin size hissettirdikleri veya girdiğiniz düşünceler ile eser sahibinin hisleri ve düşünceleri arasında bir ilişki kurmak yanıltıcı olacaktır. Nasıl hortlak ve kafatası resimleri çizen bir çocuk sürekli korku içinde değilse, melankolik ve romantik şiirler yazan bir şair de sürekli acı ve keder içinde değildir. Korku filmlerinin yönetmeleri, o filmin çekildiği süreçte nasıl gergin olmuyorsa, atı şahlanmış bir Atatürk heykelinin heykeltraşı o eseri ortaya çıkardığı süreçte çoşku ve vatanseverlik duyguları içinde nasıl gezmiyorsa, bir polisiye romanının yazarı da, yaşamının o günlerini paranoyak bir şekilde geçirmeyecektir.

Sanat eserleri az veya çok kurgu sonucudur ve deneyimlenmek üzere paylaşılırlar. Bu düşünce ile eserleri deneyimlemek, hem eser sahibinin hakkını iyi vermenizi, doğru şekilde eleştirmenizi ve bir sanatsever olarak gerçekten birşeyler hissedebilmenizin yolunu açacaktır.

22 Mart 2009

Mezarda Günebakan

Artık ağzından dökülen herşey yalan,
Kızarmış iğnenin gözüme deyişi,
Yakan ve acıtan sözlerinin,
Döküldüğü heryer toz duman,
Her kelimesi bir alev topu,
Vurduğu kalbimde,
Parçaladığı zihnimde,
Kevgire döndürdüğü,
Yerinden söktüğü,
Aşkımsa yüreğe kalkmaya çalışan,
Yarası gerçek ve derinden acıyan.

Göz yaşı dökmeye ne zaman, ne sabır,
Limanı sulara gömülü bir kasabanın,
Yakamozun ortasında sallanan tek meleği,
Melek gibi ışıldayan direkleri,
Direklerin saplı olduğu gemileri,
Tümden şaşkın ve sahipsiz,
Edaları müzmin ve kederli,
Haritası yırtık ve kaygan,
Zuhur etmiş bir doğa felaketi,
Yani her bakışında kanayan,
Bende bıraktığı,
Yarası gerçek ve derinden acıyan.

En kıymetli mazeretimdin sen,
Sihirli bildiğim ve gizlediğim göz kapaklarıma,
Zihnimle bilediğim bir bıçağa,
Ay ışığında pırıltılı bir tırpana,
Keserken bileklerimi,
Senin gibi fışkıran yüreğimden,
Kan gibi kızıl bir gökyüzüsün,
Son deminde karanlığa gömülüşün,
Öncesinde yansıman denize,
Yağmur olarak üzerime inişinde,
Yüreğimi ıslattığı,
Yarası gerçek ve derinden acıyan.

Artık ağzından dökülen herşey yalan,
Erkin yarılmış bebeğim,
Zihnin bulanık, izbe ve karanlık,
Nezaretime ihtiyacın yok artık,
Ağrıyacak bir derinliğin de,
Senin gibi ışıldayan direklerin,
Direklerin saplı olduğu gemilerin,
Haritaları aklımda artık,
Zuhur eden sen,
Felaket tadında hayatımdan geçen,
Dağılan sen, benim ayakta kalan,
Yarası artık acımayan.

22.03.2009 - Büyük Ada - İstanbul

14 Mart 2009

Deprem

İz sürüyorum gözlerim yorgun, ağzım suskun, dilim kuru,
Nasırlaşmış kalbimi kapatıyorken ellerim,
Arıyorum gözlerimle ağrıyarak bedenine,
Sis çökmüş, mahmur ve bulanık sabah ayazının soğuğu,
Sersemlemiş kar tanelerinin üzerime üzerime gelişinde,
Kemirmeye çalıştığım son ekmek,
Elimi batırdığım balın kıvamında ıslak,
Eğrilmiş bir güneş hüzmesi üzerime çöken,
Acılaşmış bir çay tadında uzatıyorsun elini,
Fersiz gözlerle süzüyorsun içime,
Nizami çim ordusu ayaklarımın altına serilen,
Yok gibi tüm girdapları sevginin artık,
Erimiş gibi,
Erirken seyredilmiş gibi.

İz sürüyorum gözlerim yorgun, ağzım suskun, dilim kuru,
Nasırlaşmış kalbimi kapatıyorken ellerimle,
Cıtırdayarak yanan şöminenin kokusu,
Kızararak büyüyen alevler,
Kızarak kalkıp giden sen,
Sürünerek yere düşen ben,
Eğrilmiş bir güneş hüzmesi üzerime çöken,
Kavramsal bir yanılsama gibi uzuyorsun içime,
Denkleminde kararıyorum ayak seslerinin,
Var gibi yalnızlığın toprak kokusu,
Yağmur gibi,
Yağarken izlenmiş gibi.

İz sürüyorum hala geçmişe doğru,
Nasırlaşmış kalbimi kapatıyorken ellerim,
Geleceğin kirli sularına daldırıyorum seni,
Tiz bir sesin kulağımı ezmesi gibi çekiliyorsun bedenimden,
Yalpalayarak yürüyorum gecenin yağında,
Fokurdayarak sıçrıyorum bir resme,
Resimde sana, senin silüetinde bir yaprağa,
Eğrilmiş bir güneş hüzmesi üzerime çöken,
Sersemlemiş kar taneleri üzerimde eriyen,
Eriyen sen,
Belki bir şölen ve balo çiçeği,
İzin bulunamadığı bir kimliği kemiriyorum artık,
Aşiyan kepenklerini indirip.
Uçuyorum ayaz, sis ve mahmur.

14.03.2009 - Maltepe - İstanbul

Nostalji

Sözde Şair'in Aşk Hakkındaki Yanılgısı

Ben lisedeyken bir şair: "Birini seviyorsan ve sevdiğin kişi bunu bilmiyorsa sevginin ne anlamı var?" demişti. Bu sözden çok etki...