Üniversite yıllarında sürekli gittiğim bir kafe vardı; ismi Dıgıl'dı.
İzmir'in, Bornova'sının, Küçük Park'ın sonundaydı;
Kafe'nin ön tarafında, kaldırımın üzerinde loş bir bahçesi,
İçinde yarı aydınlık sedirleri,
Arka tarafında mutfağı,
Hemen mutfağın yanında da tuvaleti vardı.
Günlerden bir gündü,
Yine o kafe'de oturuyordum.
Ard arda çayları deviriyordum.
Saatler geçtikçe geçiyordu,
Çayların özü bende kalıyor,
Kalanı yavaştan kasıklarımı sıkıştırıyordu.
Yerimden kalktım ve tuvalete doğru ilerledim.
Vardığımda tuvaletin dolu olduğunu gördüm, ve bekledim.
Beklerken,
Bir ileri, bir geri o daracık yerde volta atarken,
Bir yandan da mutfakta çalışan o üniversite öğrencisinin telaşesini incelerken,
Mutfağın tavanını kaplayan yarı saydam sundurmadan sızan güneş ışığıyla ısınmaya çalışırken,
Tavanla duvar arasında ani bir hareketi farkeder farketmez,
Zamanda ve saniyelerde,
Dengesini kaybeden bir farenin musluğun önüne düşüşüyle,
Hayretim,
O mekanda tüm yediklerim ve tüm içtiklerim,
Gözümün önünden geçerken,
Aynı zamanda,
Zamanda ve saniyelerde,
Fare demir lavabonun içindeyken,
Acele ile oraya buraya tırmanmaya çalışırken,
Sanki o mekanda çalışanlardan biriymiş de,
Kirli elleri havada müşteriyle ansızın karşılaşmış gibi,
Sanki utanarak ortalıktan yok olmaya,
Dıgıl'ın sahibini soktuğu durumun utancıyla,
Elem ve aptallığına küfrederek,
Yerli yerinde patinaj çekerken,
Mantığım bu sevdiğim mekanın tüm güzelliklerini kaybetmemek adına,
O mekanda daha yapılacak onca muhabbeti gelecekte var etmek adına,
Muzur farenin yaptığı gafı meşrulaştırmaya,
O semtteki tüm kafelerin, mutfaklarındaki tüm fare ve hamam böcekleri adına,
Diğerleri arasından sevdiğimi,
Dıgıl'ı ve anılarımı günahsız olarak ilan etti.
Aklım,
Saniyeler içinde, gördü, duydu ve tarttı,
Saniyeler içinde,
O ana kadar orada söylenenleri, yapılanları, yiyilip içilenleri tek tek zihnetti,
Benzerlerini elden geçirdi,
Bornova'da gittiğim tüm kafeleri,
Onların fayansla kaplı kirli mutfaklarını,
Tozlu masalarını,
Üzerine kül yapışmış tabaklarını,
Dudak izi taşıyan bardaklarını,
Parmak izinden haritaya dönmüş çatal, bıçak ve kaşıklarını,
Kayıtlarını tek tek inceledi.
Sürekli görmezden gelişimi zihnetti.
Benzerlerini elden geçirdi,
Tuvaletlerindeki,
Parmak ucuyla tutmaya çalıştığım kirli su bakraçlarını,
Kolumla çevirmeye çalıştığım, yağlı ellerle tutulmuş ve bırakılmış kapı kollarını,
Bir önceki misafirin ılıklığını taşıyan, köpükleri sönmeye yüz tutmuş sabunlarını,
Benden önceki onca misafirin dışkı kokusunu taşıyan rutubetli havasını,
İçime soluyuşumu, solumamak için direnişimi ama saniyeler sonra teslim oluşumu,
Dayanabilmek için burnumu kazağıma dayayışımı,
Defalarca bunu tekrarlayışımı,
Tek tek inceledi.
Sürekli görmezden gelişimi zihnetti.
Benzerlerini elden geçirdi,
Aşçısının kolundan süzülen ter damlalarını,
Garsonun başından düşen saç tellerini,
Kapıların arkasına kaçan hamam böceği silüetlerini,
Fokurdayan bayat yağları,
Pörsümüş domatesleri,
Kenarında el izi kalmış ekmek dilimlerini,
Tek tek inceledi.
Sürekli görmezden gelişimi zihnetti.
Benzerlerini elden geçirdi,
Kasiyerlerin bayat iyi akşamlar dileklerini,
Gidecek paketi beklerken, bir yandan da televizyona bakarken, burnunu karıştıran komilerini,
Açıkta duran, onlarca kişi tarafından parmaklanmış küp şekerini çayıma atışımı,
Belki beş, belki on defa masaya dökülmüş, kalkmadan önce de yerine konmuş kürdanları,
Önce karşımdaki esnafın kel kafasına,
Ardından üzerine toz birikmiş florasan lambaya,
Akabinde yemeğime konarak vızıldayan iki kardeş kara sineği,
Hatırından geçirdi,
Sürekli görmezden gelişimi zihnetti.
Aklım,
Saniyeler içinde, gördü, duydu ve tarttı,
Saniyeler içinde,
Bir anda farenin yarattığı patırtıyla sökülen fişleri,
Yine beynimde yerlerine geri taktı;
Tüm garipliği ve acayipliği meşrulaştırdı.
Edepsiz ve pis bir durumu kabullendi ve görmezden geldi.
Aklım bir karar verdi.
O günden sonra,
Bu saçma gibi görünen,
Biraz komik, biraz trajik,
Birak bencil ve son derece subjektif,
Ama bir o kadar insana özgü görmezden gelişi,
ve benzer görmezden gelme eğilimlerini,
Yaşamı yaşanılır kılan tüm es geçişlerini,
Göz yumuşlarını, kulak tıkayışlarını,
Acizliği ve zaafları,
Taraflı hareketleri,
Bir beyin hücremin içine yerleştirdi,
Aklım bir karar verdi.
Bu ve benzeri tüm durumları "Mutfaktaki Fare Sendromu" olarak isimlendirdi.
Mutfaktaki Fare Sendromu heryerdeydi,
Onlarca insanın tüm vücut deliklerinden girip çıkan suyunun ağzıma kaçtığı havuz sefamda,
Otobüste yanımdaki şişman adamın buram buram ter kokusuyla yaptığım yolculukta,
Mıncıklanmaktan parçalanmış paraları kasaya koyan ellerle sarılan dürümümde,
Misafirliğe gittiğim evin sevişme çıktıları ile bezenmiş koltuğuna oturuşumda,
Isınmak için baş tarafı, ayak tarafı belli olmayan battaniyeye sarılışımda,
Bir kaç saat önce çobanın işediği ağaç gövdesine dayanarak dinlenişimdeydi.
Mutfaktaki Fare heryerdeydi,
En son neyi karıştırdığı, nereyi tuttuğu, nereyi kaşıdığı belli olmayan onca el ile tokalaşmamda,
Orada oturup beklerken,
Onca amcanın saç derisinden kopan kepek parçalarının içinde süzüldüğü,
Onca teyzenin ağız kovuklarında demlenen yemek kokularının özgürce dağıldığı,
Onca amcanın koltuk altlarında ekşidikçe ekşimiş ter buharının karıştığı,
O tozlu gibi duran, bulanık ve rutubetli havayı saatlerce soluyuşumdaydı.
Mutfaktaki fare heryerdeydi,
Dudaklarından öperken keyif aldığımız manitanın üstümüze fırlayan tükürüğünden kaçışımızda,
Uzak arkadaşımızın tatlısından bir parça yemek için yakın arkadaşımızın kaşığına uzanışımızda,
Kendi kakamıza dokunuşumuzda,
Kışın sıkışıp tuvaletimizi yaparken çıkan buharın yükselerek yüzümüze çarpışında,
Oramıza buramıza parfüm sıkışımızdaydı.
Hayatın gerçeklerine karşı acizliğimizde ve basiretsizliğimizdeydi,
İnsansı gerçekliğimizdeydi.
Mutfaktaki fare heryerdeydi,
Sadece biraz huzurla, biraz heyecanla yaşayabilmek içindi,
Görmezden geliyorduk tüm iğrenç halleri,
Duymazdan geliyorduk küfürlerin anlamlarını,
Hem söylediklerimizi, hem bize söylenenleri,
Gülümsüyorduk, komikleştiriyorduk.
Mutfaktaki fare aslında bir teslimiyetti,
Hayatın ve insanın gerçekliğine bir teslimiyet.
Bize öğretilen temizlik veya mide bulantısı bilincine ters düşen,
Ama küçüklüğünü, zamansı kısalığını veya mekansı darlığını idare ettiğimiz,
Arsız kaçamaklardı,
Kontrol edemediğimiz lineer olmayan yaşam denkleminde,
Bilip de bilmezlikten gelme sanatıydı,
Görüp de görmezlikten gelme oyunuydu,
Aklımıza geldiğinde gözlerimizi kapayıp başımızı diğer yana çevirdiğimiz
Ve bunu hergün onlarca kez tekrarlayışımızdı.
Öylesi görmezden gelme ve idare etme becerimiz vardı aslında,
Yaşamdaki olağanüstü çelişkilere karşı; çokça geniş ve esnekti gönlümüz,
O zaman peki,
Esnekliğimizi daha da genişletmekte neden bu denli direnç gösteriyorduk,
Hataları neden iyice büyütme eğilimine girip, yaşamı iyice zorlaştırıyorduk,
Neden sevgimizi bir yana koyup hayatımızdaki en değerli varlıkları ..ktan nedenlerle silebiliyorduk,
Neden biraz daha esnek olmuyorduk farklı değerlere karşı,
Önemleri arttığında, zamanca uzadıklarında, beklentilerimiz kabardığında,
Görmezden gelemeyişimizin,
Yargılarımızda keskinleşmemizin,
Nedeni ne idi?
Biraz zorlasak,
Her olaya biraz daha "Mutfaktaki Fare" gibi baksak,
Bu sendromu biraz daha yüceltip, insanlığımız ile barışsak,
Egomuzu dindirip, eşitliğimize odaklansak,
Paylaşmayı öğrensek,
İyelikten aidiyete doğru süzülsek,
Ne mutlu olurduk kim bilir?
Ne mutlu.
Garip dediğin nedir ki?
Garip dediğin nedir ki?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Nostalji
Sözde Şair'in Aşk Hakkındaki Yanılgısı
Ben lisedeyken bir şair: "Birini seviyorsan ve sevdiğin kişi bunu bilmiyorsa sevginin ne anlamı var?" demişti. Bu sözden çok etki...
-
İçten içe hep düşünmüştüm, bugüne nasip oldu... Yapay zekaya şunu sordum: Atatürk " Ne mutlu türküm diyene " demek yerine " ...
-
Günün Kelimesi: Mert Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: İngilizce'deki Mortal (Ölümlü) kelimesi ile Mert aynı kökten geliyor. ...
-
Hem arkadaşlarımla yaptığım tartışmalar, hem de bu site üzerinde yayınladığım şiirlere aldığım yorumlar üzerine sanat eserlerinin yorumlanma...
1 yorum:
'Esnekliğini daha da genişletmekte direnç göstermemeye' dokunabilen 'fare' veya 'insan' tüm dostlara selam olsun..!
Yorum Gönder