İnanamazsın mahsenim,
İnanamazsın,
Ne muhteşem bir mahşer o gözlerin,
Mahsenin ziyanı depreme ilk kadem,
Bastırdıkça alevlenen,
O mahşerin rızasıyla süslenen,
Kedilerin kaçışı gibi ani,
Kaderin oyunu ruhum gibi zayi,
Kendini karalayan bir kalem.
Mezhepleri kin dolmuş bir dinin,
Azılı katilleri gibi çelişkili,
Tüm silüetleri doldurmuşsun içine,
Yaksan da kökünü ibrik dilinle,
Onlar orada mahseninde,
Savaşıyorum o tavla zarlarıyla,
Sökülmemek üzere yapışmış bir sülük gibi,
Kapına dayanmış o toplumla,
Ağzına dökülen o kurallarla,
Çiğneyemediğin ve yutamadığın o kısıtlarla,
Savaşıyorum adapsızca,
Salyasını tutamayan bu fillerle savaşıyorum.
Mahsenim yanıyor yanıyor,
Görüyorum,
Gök tembel ve miskin,
Söndürmekten aciz mahsenimi,
İtfaiyesi ben olacağım yine,
O mahseni yakanların,
Kabrini dikecek ipliği koparacağım,
İğnesini gerdanlarından sokup,
Dökülen kanları ile söndüreceğim,
Namert görünen mert bir atak,
İnsanı yücelten bu ruh kaltak,
Sönecek o yangın ve ağlayacak.
Söndüreceğim.
İnanamazsın mahsenim,
Ne muhteşem bir mahşer o gözlerin,
Eflatun dağın üzerindeki duman,
Duman içinden yükselen volkan,
Volkanın içinde işte kalbin,
Gümlüyor, zorluyor ve karlıyor,
Tüm zalimlerin kel kafalarına sık anam,
Sık ki erisin boynuna örülmüş ağlar,
İndirsin perdesini sahnenin,
Seyircileri selamlamadan,
Kaderin göğsüne geçir kamanı,
Ruhu ellerine sarılacak,
Parçalarcasına sıkacak can verirken.
İnanamazsın biliyor musun?
Ne muhteşem bir mahşer o gözlerin,
Beni benden alan, kavuran, savuran,
Ezberlediğim gözlerin,
Mahsenim sana edilmiş duaların,
Bende yazılı notları var,
Noktalar ezik ve bükük,
Virgüller mağdur ve korkak,
Garba sığınmadan düzelteceğim.
Rasta gömülmeden uzatacağım.
Tüm duarlar sana söylenecek,
Melekler seni asra seçeçek.
İnanamazsın mahsenim,
İnanamazsın,
Ne muhteşem bir mahşer o gözlerin,
Sağır edercesine çağlayan,
Güneşten parlak alevlerin,
Kor eğrisi bedeninin üzerinde,
Günah beldesi fikrinde ve zikrinde,
Amansız bir serseriliğin,
Son halkasıyız,
Yakarken çoğalacağız.
Ben varken yanacak mahsenim.
Söndüresiye tekrar tekrar.
12.11.2008 - Bostancı - İstanbul
12 Kasım 2008
8 Kasım 2008
Şişe
Bu gece de şişedeyim,
Kana kana boşalttığım, ağlayarak doldurduğum,
Tüm yaşamımı eritip içine sıktığım,
Boğduğum ve boğulduğum.
Bu gece de şişedeyim,
Kapağını erken açtığım, sonra da kaybettiğim,
Aklımı ve hislerimi içine işediğim,
Korktuğum ve korkuttuğum.
Bu gece de şişedeyim,
Dibine bakmadan dudağıma dayadığım,
İçini zehir gibi içime saldığım,
Üzdüğüm ve üzüldüğüm.
Bu gece de şişedeyim,
Azapsız bitsin diye sarıldığım,
Mapus gibi içine saklandığım,
Asimetrik bir şişedeyim.
08.11.2008 - Ümraniye - İstanbul
Kana kana boşalttığım, ağlayarak doldurduğum,
Tüm yaşamımı eritip içine sıktığım,
Boğduğum ve boğulduğum.
Bu gece de şişedeyim,
Kapağını erken açtığım, sonra da kaybettiğim,
Aklımı ve hislerimi içine işediğim,
Korktuğum ve korkuttuğum.
Bu gece de şişedeyim,
Dibine bakmadan dudağıma dayadığım,
İçini zehir gibi içime saldığım,
Üzdüğüm ve üzüldüğüm.
Bu gece de şişedeyim,
Azapsız bitsin diye sarıldığım,
Mapus gibi içine saklandığım,
Asimetrik bir şişedeyim.
08.11.2008 - Ümraniye - İstanbul
4 Kasım 2008
Marsıklar
Ne talihsiz kuşlardır onlar,
Başkaları için yaşayıp, kendileri için ağlayanlar,
Çok şefkatli olduklarını düşünüp,
Bedava aldıkları yüreği avutanlar,
Aptallar,
Masum ilan ettikleri cehaletlerine saklananlar,
Başkalarını mutlu etmeye çalışırken,
Kararanlar, sapanlar ve tutunamayanlar,
Biricikliklerinden bihaber,
Ezdikçe yok ettikleri,
Yok ettikçe özledikleri,
Ahmakça dışarıya bakıp,
Kaybettikleri benliklerini arayanlar.
Biz neyseki onlardan olmadık,
Tavanda sürekli gargara yapan kumrular gibi,
Ilık ve mis kokulu,
Kendi kendimize sımsıkı sarıldık,
Isıttık,
Sevdik aynadaki çirkince yüzü,
O yüzü hürmetine açtık gönlümüzü,
Güvercinlere sırnaştık,
Barış tutsun diye eğriliğimiz,
Hiç kendimize acımadık,
Kendimiz için yaşayıp,
Hep başkaları için ağladık.
Hiç gocunmadık.
Onlar kovdular, uzak durdular,
Kendilerini yutturanlar ve yaşama satanlar,
Onlar ellerini taşın altına soktular,
Soktukları kadar yok oldular,
Farkında olmasınlar,
Kendilerini inkarın,
En azimli ebesi,
Yürek tanelerini kıyan mezbahanenin,
En heybetli efendisi olsunlar,
Sevgilerini yüceltip seni bencil sansınlar,
Bırak agam,
Onlar kayboldukları kadar yaşasınlar,
Başkaları için yaşayıp, kendileri için ağlayanlar.
04.11.2008 - Taksim - İstanbul
Başkaları için yaşayıp, kendileri için ağlayanlar,
Çok şefkatli olduklarını düşünüp,
Bedava aldıkları yüreği avutanlar,
Aptallar,
Masum ilan ettikleri cehaletlerine saklananlar,
Başkalarını mutlu etmeye çalışırken,
Kararanlar, sapanlar ve tutunamayanlar,
Biricikliklerinden bihaber,
Ezdikçe yok ettikleri,
Yok ettikçe özledikleri,
Ahmakça dışarıya bakıp,
Kaybettikleri benliklerini arayanlar.
Biz neyseki onlardan olmadık,
Tavanda sürekli gargara yapan kumrular gibi,
Ilık ve mis kokulu,
Kendi kendimize sımsıkı sarıldık,
Isıttık,
Sevdik aynadaki çirkince yüzü,
O yüzü hürmetine açtık gönlümüzü,
Güvercinlere sırnaştık,
Barış tutsun diye eğriliğimiz,
Hiç kendimize acımadık,
Kendimiz için yaşayıp,
Hep başkaları için ağladık.
Hiç gocunmadık.
Onlar kovdular, uzak durdular,
Kendilerini yutturanlar ve yaşama satanlar,
Onlar ellerini taşın altına soktular,
Soktukları kadar yok oldular,
Farkında olmasınlar,
Kendilerini inkarın,
En azimli ebesi,
Yürek tanelerini kıyan mezbahanenin,
En heybetli efendisi olsunlar,
Sevgilerini yüceltip seni bencil sansınlar,
Bırak agam,
Onlar kayboldukları kadar yaşasınlar,
Başkaları için yaşayıp, kendileri için ağlayanlar.
04.11.2008 - Taksim - İstanbul
1 Kasım 2008
Vurgun
O gece,
Bir mızrak gibi saplandım ateşin göbeğine,
Hiç ses çıkaramadı yüreğin,
Ağladı sarsa sarsa vücudunu,
Cayır cayır ağladı.
Acıyla inleyerek ağladı.
Tüm sevenlerin,
Ağır geldi hızla gelişim, saplanışım ve orada kalışım.
Ben gelmeden önce sakin ve sessizdi gecen,
İsimsiz ve kimsesizdi içindeki gölgeler.
Bir hülyanın yalan mutluluğu vardı gözlerinde,
Her duvarında,
Resimsi bir içe dönüklük hali,
Şarkımsı bir neşe hali.
Ankara'nın dumanlı binaları gibi,
Boğaz'ın sis çökmüş kış sabahları gibi,
Mordoğan'ın kara kayalıkları gibi,
Karadeniz'in kavgacı dalgaları gibi,
Ben gelmeden önce,
Tatsızdı herşey; farkında değildin.
O gece arşa doğru şahlandığımda,
Kimsenin haberi yoktu, yola çıktığımdan,
Zehir gibi savrulduğumdan ve hızla yükseldiğimden,
Hükmü ağzımı kesen bir bıçaktı,
Söylemedim kimseye; anlatmadım dostlara.
Kan akıyordu zaten benden,
Akacağı kadar akmamıştı;
Hepsi boşalmalıydı bedenimden.
Her damlası mest olur gibi inecekti yeryüzüne,
Aktıkça hızlanacaktım,
Hızlandıkça hırslanacaktım,
Sarhoş edercesine,
Kendinden geçercesine,
Kesilmiş bir şah damarıdan kanın fışkırışı gibi,
Azrailin gözleri gibi,
Hırslanacaktım.
O gece arşın kubbesini yırtarken,
Yanından geçtiğim her yıldızı söndürdüm ben,
Mehtabın izini sildim gökyüzünden,
Karanlıkta uçan kuşları da aldım yanıma,
Hep birlikte yardık semayı,
Çığlığımızla deldik kulakları,
Uykunun derinliğindeki rüyaları,
Katliamları, hayvansı kovalamacaları, kabusları,
Mezarların yalnız taşlarını,
Sallanan selvi gölgelerini,
Soğuk yastıkları,
Yalnızları ve onların yalnızlıklarını,
Seni, ve senin girdaplarını.
Karmaşanın babası olacağımıza ant içtik,
Pes etmeyeceğimize ve ilerleyeceğimize.
O gece üzerinden geçerken bulutların,
Tüm azmim senin üzerineydi,
Her meridyende seni hissettim tekrar tekrar,
Mavi göğün ceninini bile gördüm gözlerinde,
Yarı saydam bir yaprak gibi yumuşaktı,
Masum ve şehvetliydi.
Kuşlar ve ben, hep birlikte görüyorduk,
Gülümseyişin,
Ağmaların gözlerini kamaştırırdı, inan.
Hızımızı kesersek göremezdik,
Ardımıza ne bıraktıysak yok oldu gücümüzden,
Sarsmak için yola çıkmıştık,
Gözlerinden ve gülümsemenden güç aldık.
Yolun sonuna geldiğimde,
Kan kalmamıştı damarlarımda,
Tüm zihnimin tek durağı olmuştu hedefim,
Zerafetimin doruk noktasındaydım,
Asaletimin zirvesine tırmanmıştım,
Hatıralarının değerini yerle bir etmeye geliyordum,
Yüceliğinin mihrabını yakmaya geliyordum,
Bunu düşündükçe hızlanıyordum,
Öyle sert geliyordum ki,
Ankara'nın dumanlı binaları da,
Boğaz'ın sis çökmüş kış sabahları da,
Mordoğan'ın kara kayalıkları da,
Karadeniz'in kavgacı dalgaları da.
Sustu.
Hepsi sustu.
Son nefesimden önce kanatlarımı açtığımda,
Senin adını söyledim kuşlara,
İşte o anda,
Kuşlar el pençe çırpınırken,
Oradan oraya savrulurken,
Birbirlerinin gözlerinden kaçışırken,
Bir mızrak gibi saplandım ateşin göbeğine,
Hiç ses çıkaramadı yüreğin,
Sarsıla sarsıla ağladı,
Cayır cayır ağladı.
Acıyla ağladı.
İşte bu vurgundu,
Ağır geldi hızla gelişim, saplanışım ve orada kalışım.
01.11.2008 - Taksim - İstanbul
Bir mızrak gibi saplandım ateşin göbeğine,
Hiç ses çıkaramadı yüreğin,
Ağladı sarsa sarsa vücudunu,
Cayır cayır ağladı.
Acıyla inleyerek ağladı.
Tüm sevenlerin,
Ağır geldi hızla gelişim, saplanışım ve orada kalışım.
Ben gelmeden önce sakin ve sessizdi gecen,
İsimsiz ve kimsesizdi içindeki gölgeler.
Bir hülyanın yalan mutluluğu vardı gözlerinde,
Her duvarında,
Resimsi bir içe dönüklük hali,
Şarkımsı bir neşe hali.
Ankara'nın dumanlı binaları gibi,
Boğaz'ın sis çökmüş kış sabahları gibi,
Mordoğan'ın kara kayalıkları gibi,
Karadeniz'in kavgacı dalgaları gibi,
Ben gelmeden önce,
Tatsızdı herşey; farkında değildin.
O gece arşa doğru şahlandığımda,
Kimsenin haberi yoktu, yola çıktığımdan,
Zehir gibi savrulduğumdan ve hızla yükseldiğimden,
Hükmü ağzımı kesen bir bıçaktı,
Söylemedim kimseye; anlatmadım dostlara.
Kan akıyordu zaten benden,
Akacağı kadar akmamıştı;
Hepsi boşalmalıydı bedenimden.
Her damlası mest olur gibi inecekti yeryüzüne,
Aktıkça hızlanacaktım,
Hızlandıkça hırslanacaktım,
Sarhoş edercesine,
Kendinden geçercesine,
Kesilmiş bir şah damarıdan kanın fışkırışı gibi,
Azrailin gözleri gibi,
Hırslanacaktım.
O gece arşın kubbesini yırtarken,
Yanından geçtiğim her yıldızı söndürdüm ben,
Mehtabın izini sildim gökyüzünden,
Karanlıkta uçan kuşları da aldım yanıma,
Hep birlikte yardık semayı,
Çığlığımızla deldik kulakları,
Uykunun derinliğindeki rüyaları,
Katliamları, hayvansı kovalamacaları, kabusları,
Mezarların yalnız taşlarını,
Sallanan selvi gölgelerini,
Soğuk yastıkları,
Yalnızları ve onların yalnızlıklarını,
Seni, ve senin girdaplarını.
Karmaşanın babası olacağımıza ant içtik,
Pes etmeyeceğimize ve ilerleyeceğimize.
O gece üzerinden geçerken bulutların,
Tüm azmim senin üzerineydi,
Her meridyende seni hissettim tekrar tekrar,
Mavi göğün ceninini bile gördüm gözlerinde,
Yarı saydam bir yaprak gibi yumuşaktı,
Masum ve şehvetliydi.
Kuşlar ve ben, hep birlikte görüyorduk,
Gülümseyişin,
Ağmaların gözlerini kamaştırırdı, inan.
Hızımızı kesersek göremezdik,
Ardımıza ne bıraktıysak yok oldu gücümüzden,
Sarsmak için yola çıkmıştık,
Gözlerinden ve gülümsemenden güç aldık.
Yolun sonuna geldiğimde,
Kan kalmamıştı damarlarımda,
Tüm zihnimin tek durağı olmuştu hedefim,
Zerafetimin doruk noktasındaydım,
Asaletimin zirvesine tırmanmıştım,
Hatıralarının değerini yerle bir etmeye geliyordum,
Yüceliğinin mihrabını yakmaya geliyordum,
Bunu düşündükçe hızlanıyordum,
Öyle sert geliyordum ki,
Ankara'nın dumanlı binaları da,
Boğaz'ın sis çökmüş kış sabahları da,
Mordoğan'ın kara kayalıkları da,
Karadeniz'in kavgacı dalgaları da.
Sustu.
Hepsi sustu.
Son nefesimden önce kanatlarımı açtığımda,
Senin adını söyledim kuşlara,
İşte o anda,
Kuşlar el pençe çırpınırken,
Oradan oraya savrulurken,
Birbirlerinin gözlerinden kaçışırken,
Bir mızrak gibi saplandım ateşin göbeğine,
Hiç ses çıkaramadı yüreğin,
Sarsıla sarsıla ağladı,
Cayır cayır ağladı.
Acıyla ağladı.
İşte bu vurgundu,
Ağır geldi hızla gelişim, saplanışım ve orada kalışım.
01.11.2008 - Taksim - İstanbul
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Nostalji
Sözde Şair'in Aşk Hakkındaki Yanılgısı
Ben lisedeyken bir şair: "Birini seviyorsan ve sevdiğin kişi bunu bilmiyorsa sevginin ne anlamı var?" demişti. Bu sözden çok etki...
-
İçten içe hep düşünmüştüm, bugüne nasip oldu... Yapay zekaya şunu sordum: Atatürk " Ne mutlu türküm diyene " demek yerine " ...
-
Günün Kelimesi: Mert Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: İngilizce'deki Mortal (Ölümlü) kelimesi ile Mert aynı kökten geliyor. ...
-
Hem arkadaşlarımla yaptığım tartışmalar, hem de bu site üzerinde yayınladığım şiirlere aldığım yorumlar üzerine sanat eserlerinin yorumlanma...